OPT-K5MW9TZ
top of page

Kanun Tarihçesi

Kanunun Tarihsel Gelişimi

Kanun, Türk bilginlerinden Farabi (870-950) tarafından icat edilmiştir. Bazı kayıtlara göre Farabi’nin kanun üzerinde çeşitli değişiklikler yaptığı öne sürülmektedir.

Ancak, antik çağda Mısır ve Sümerliler tarafından kullanıldığını gösteren  bazı tarihi belgelerden başka eski bir arap rivayetine göre de kanunu, İbn-i HAllegan’ın icat ettiği ve bu bilginin Horasanlı Bermek ailesinden olup Musul’un Türklerle meskun irbil şehrinde doğduğu söylenmektedir. (13. asır) 

Bir efsaneye göre de bir ağacın üzerinde ölen kuşun, ağacın dallarından aşağıya sarkan kurumuş bağırsaklarının rüzgarın etkisiyle çıkardığı seslerden esinlenerek kanunun bulunduğu söylenir.

Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, kanunun meşhur üstatlardan Ali Şah tarafından icat edildiğini ve Revanlı Mirza Haydar Bey ile Cağalzade Mustafa Bey’in kanun hakkında bilgi sahibi olduklarını yazar.

Albert Lavignac, Encyclopedi de la  Musique et Dictionnarie du Conservatorie (Konservatuar Lugatı ve Müzik Ansiklopedisi) da kanunun Arap çalgısı olduğunu ileri sürer.

Clement Huart, kanunu Avusturalyalıların zither ve Macarların simbalumundan daha küçük ve yatırılmış bir harp olarak tanımlar.
Çeng adındaki çalgının kanun ile birlikte bulunduğu ve geliştiği genellikle kabul edilmiştir. İsmi Yunanca kanon (tek telli saz) olmasına rağmen Asya’da icat edildikten sonra Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmeleri ile kanun Anadolu’ya getirilmiştir. Bu çalgıya kanun isminin verilmiş olması bir bakıma (Acoustique) kanunları ile ilgili bulunmasından ileri geldiği ihtimalini de hatıra getirmektedir. 

Kurt & Ursula Reinhard’a (1968) göre İslam’ın ilk devirlerinde kanun, sesler sistemini göstermek için pedagojik bir amaçla kullanılmıştı. Yunanca kökenli kanon, yani kural, kanun adı da buradan gelmektedir. Yakın Doğu’da gördüğü ilginin sebebi bu işlevde yatmaktadır. 

15. asırda yaşamış bir Türk bilgini olan Ahmedoğlu Şükrullah’ın IV. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in şehzadelerinden İsa Çelebi’ye ithaf ettiği kitabında eski Türklerin “Çalav” ismini verdikleri çalgıları hakkında geniş bilgi vardır. Ahmetoğlu Şükrüllah bu kitabında yapılış ve çalınış tarzları ile birlikte bu çalgıları kamil çalgılar ve eksik çalgılar diye iki grupta incelenmiştir. Eksik çalgılardan olduğunu bildirdiği kanun hakkındaki bilgiye göre, o zamanki kanunun şekil ve ölçüleri ile kiriş (tel) düzeni bakımından bugünkü kanundan bir farkı olmadığı anlaşılıyor.

Kanundaki deri kısmından bahsetmediğine göre, mandal tertibatı gibi bu kısmında  kanuna sonradan ilave edildiğini düşünebiliriz. ( Bu bilgiler 12. ve 13. asırlara aittir.)

Rauf Yekta’nın Türk Musikisi adlı kitabında kanunu anlatan bir bölümde şöyle denilmektedir: “Evvelce bu çalgıyı icra edenlerin ses perdesini az çok yükseltmek istedikleri telin üzerine bir parmak darbesinden başka başvuracakları bir çare yoktu, hem de az muvaffak olunan bu ameliyenin güçlüğüne çare bulmak üzere, bundan otuz sene evvel (kitabın yazılış tarihi 1913) her telin altına iki veya üç madeni parça (mandal) konulması düşünüldü; böylece kolayca kaldırılıp indirilen bu mandallarla istenilen sesin (perdenin) tizliği veya pestliği elde edilmektedir.”

Mahmut Ragıp Gazimihal de mandal tertibatı hakkında şöyle demektedir: “Asrın başlarında yarım perdeler için mandal sistemi yine İstanbul’da tatbik edilmiştir.”

Günümüzde her üçlü tel için 6 ile 12 adet mandal görülebilmektedir.
Kanun, yukarda bahsedilen mandal tertibatının bulunuşuna kadar çok güç olan şekliyle, sol elin baş parmağının tırnağı ile tellerin çeşitli yerlerine bastırıp perdeleri bulmak suretiyle çalınıyordu. Kanuni Hacı Arif Bey (1862-1911) kanunun mandalsız olarak çalındığı devrin en büyük kanun virtüözü olarak bilinir. 

Maragalı Abdülkadir de (1350-1435) İslam Musikisi Tarihi’nde, döneminde kullanılan çalgıların teknik özelliklerini en düzgün biçimde açıklayan kişidir. Abdülkadir, çalgıları bilimsel bir tasnife tabi tutmuş; yapım şekillerini, teknik özelliklerini bazen akortlarına kadar anlatmıştır. Kanun sazı “mutlakat” grubuna dahil edilmiş olup şöyle tanıtılmıştır; “ Teknesi ve göğsü üçgendir, sapı yoktur, telleri pirinçtir ve üçer üçer akort edilir,yani her üç tel aynı sese çekilir, bir oktava sekiz mülayim ses gelecek şekilde düzenlenir.” Abdülkadir bu bilgiyi verirken tellerin sayısını vermemiştir.

Yukarıda da belirtildiği üzere kanun için 20. asır başlarına kadar bağırsaktan yapılmış kiriş olarak adlandırılan teller kullanılıyordu. Bu kirişler, naylon tellerin daha dayanıklı olmaları ve daha güçlü ses vermeleri ayrıca çeşitli kalınlıklarda bol miktarda bulunması nedeniyle tamamen terkedilmiş ve yerini naylon tellere bırakmıştır.  Bu tellerin bildiğimiz balık misinaları ile hiçbir ilgisi olmayıp saf naylondan imal edilen cinsleri kullanılır.

Büyük mûsikî bilgini Rauf Yekta, yüzyılımızın ilk çeyreği ile ilgili olarak şöyle yazmıştı: “Daha evvel de gördüğümüz gibi, kanun Türklerin eski çalgıları arasında yer alıyordu; bununla beraber bir zaman geldi ki (18. yüzyıl boyu) kanun, Türklerce tamamen unutuldu. Şöyle ki: Türk Mûsikîsi’nin en parlak devri olan III. Selim’in saltanatı sırasında bu çalgıyı icra eden isme rastlanmıyor.

II. Sultan Mahmud (1818-1839) devrinde Şamlı bir Arap mûsikîşinas olan Ömer Efendi, kanunu İstanbul’a getirmiş ve o zamandan beri bu çalgı,a araların8da bilhassa Türk hanımlarının da yer aldığı birçok amatör icracı bulmuştur.”

Farmer’in (Henry George Farmer, Turkish Musical Instruments in the fifteentli Century) haklı olarak itiraz ettiği gibi, kanunun 18. yüzyılda unutulduğu veya ihmale uğradığı görüşü hayli tartışma götürür. Çünkü ileride görüleceği üzere G. Scoitti’in 1707-1786 yıllarında yaptığı, 1723’te de Bonanni’nin bir kopyasını yayımladığı Kanun Çalan Türk Kızı resmi ile, 1781-1786 yıllarında İstanbul’da bulunan Toderini’nin oda mûsikîsi çalgıları arasında kanunu da sayması Rauf Yekta’nın görüşlerini çürütmektedir. Üstelik Toderini kanunun saraydaki kadınlarca da çalındığını söylemeyi de ihmal etmemiştir; demek ki, kanun o dönemde bir piyasa çalgısı değildi. Bir başka 18. yüzyıl yazarı Laborde, kanunu konser çalgıları arasında saymıştır. 1738-1742 yılları arasında İstanbul ve İzmir’de bulunan İsviçreli ressam J. E. Liotard’ın çizdiği saz takımındaki kanunlar, bul çalgının 18. yüzyılda da kullanıldığını gösteren canlı bir belge niteliğindedir. Gene de, kanunun yaygın bir çalgı olduğunu söyleyemeyiz, ama şu kadarı bellidir ki; Ömer Efendi kanunu İstanbul’a getirmiş değildir. O, bu çalgının sevilip yayılmasına öncülük etmiş olabilir.

Kanunî Ömer Efendi’den sonra Kanun’i Hacı Ârif Bey’in de bu çalgının yayılmasında çok büyük hizmetleri olmuştur.

Ferid Alnar’ın izlediği yol da ilginçtir. Kanun sazında ilk gerçek virtüözümüz sayılması gereken Ferid Anlar. (1906-1978) henüz çok genç yaşında görülmedik, alışılmadık virtüözlükteki cralarıyla büyük beğeni toplamış ve daha yirmi yaşına gelmeden usta bir kanun sanatçısı olarak sivrilmiştir. Ayrıca 1950’li yıllarda da yaylı sazlar ve kanun için ilk Kanun Konçertosu’nu bestelemiştir. Daha sonraki kanun icracıları arasında Vecihe Daryal, Nazım Bey, Âmâ Ali, Ahmet Yatman vb. diğer sanatçıları da sayabiliriz.

Yaklaşık 3.5 oktavlık geniş ses alanı ve çeşitli çalgılar arasında kendine özgü gösterişli ve ahenkli sesiyle yer eden, her türlü duyguyu zengin bir şekilde ifade etmeye uygun kanun, bütün parmakları kullanarak ve harp, gitar tekniğini yakın tekniklerle çok sesli çalışmalardann açık bir çalgı olarak Türk Mûsikîsi’nin piyanosu olarak adlandırılabilir.

Kanun, eğik kenarı uzun bir yamuk şeklindedir. Bu şekilde yapılmasının amacı, tellerinin boyunun ayarlanmasındandır. Akort yapmaya yarayan burguların konulduğu bu sol tarafa daha sonra mandallar eklenmiştir. Şekil yönünden kalınlığı az olan tahta bir kutuya benzer. Teller göğüs üzerine birbirine paralel olarak  üçer üçer gerilmiştir. Kanun boyu 95-100 cm. eni 38-40 cm.  ve kalınlığı 4-6 cm. arasında sağ tarafı iki dik açılı bir yamuk şeklindedir.

Yapımında genellikle köknar veya ladin, göğüs tahtası olarak çınar, ıhlamur, gürgen ve kayın ağaçlar kullanılır. Sağ tarafta ise teller eşik denilen bir köprü üzerinden geçer ve bu köprünün altında rezonansı sağlayan deri bulunur. Bu deriler de oğlak veya balık derisi kullanılır. Tellerin geriliminden dolayı oluşan yük yaklaşık 1 ton civarındadır.
Ayrıca mızraplı çalgılarımızdan en fazla ses yoğunluğuna sahip olan çalgı olarak karşımıza çıkar. Laboratuar ortamında yapılan ölçeklerde “tanbur”un orta oktav ses yoğunluğu -6.66 dB, “ud”un orta oktav ses yoğunluğu -13.70 dB iken “kanun”un orta oktav ses yoğunluğu +2.21 dB’dir. 

Bu da şunu göstermektedir, bu üç çalgıyı beraber bir eserin icrasında kullanırsak, “ud”un sesi tamamen kaybolacak, “kanun” her iki çalgıdan daha güçlü olarak işitilecektir.

Müziğimizin en büyük sorunlarından birisi de çalgılarımızın yerleşim düzenidir. Çalgılar yerleştirilirken ses sahalarına dikkat edilmelidir, ayrıca çalgıların armonik ve melodik yapılarına göre de yerleşim düzeninde kullanılmaları bir başka önemli konudur.

bottom of page